Dünya iklim değişikliğinden kaynaklanan zorluklarla giderek daha fazla yüzleşirken, ABD başkanlık seçimlerinin sonucu küresel iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik girişimlerin kaderi için dönüm noktası niteliğinde olacak.
İklim değişikliği politikalarında “küresel lider” olmayı hedefleyen AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in bir önceki 5 yıllık döneminde Washington ile kurduğu ilişkiler, iklim krizi konusuna şüpheci yaklaşan Trump’ın iktidara gelmesiyle sekteye uğramıştı.
Biden’ın yönetimi devralmasının ardından bu konuda ülkenin öncelikleri de değişmiş ve AB ile sera gazı emisyonlarının azaltılması ve uluslararası işbirliğinin teşvik edilmesi dahil olmak üzere önemli işbirliklerine imza atılmıştı.
Uzmanlar, Trump’ın seçimlerden galip gelmesiyle birlikte Biden döneminde iklim kriziyle mücadelede AB ile yapılan işbirliklerinde kaydedilen ilerlemenin tersine dönebileceğini, Kamala Harris’in kazanması halinde ise ülkenin iklim politikalarında devamlılığın sağlanacağı ve Brüksel-Washington ilişkilerinin olumlu seyirde ilerleyeceğine inanıyor.
Trump’ın ilk döneminde değişen dengeler
Trump başkanlık yaptığı 2017-2021 yıllarında çevre düzenlemelerini geri almak ve uluslararası iklim anlaşmalarından çekilmek gibi bir dizi tartışmalı kararın yanı sıra ülkenin iklim kriziyle mücadele politikalarında kritik değişimlere imza attı.
Eski ABD Başkanı’nın aldığı en önemli kararlardan biri 1 Haziran 2017’de ülkesini Paris İklim Anlaşması’ndan çekeceğini açıklaması oldu.
Paris’te, Aralık 2015’te düzenlenen 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP21) onaylanan İklim Anlaşması, iklim değişikliği ile mücadelede küresel bir çerçeve sunuyor.
Nisan 2016’da 190’dan fazla ülke tarafından imzalanan anlaşma, küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi seviyelere göre 2 santigrat derecenin altında tutulmasını ve sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedefliyor.
Trump’ın ilk kez 2017’de duyurduğu anlaşmadan çekilme kararının 4 Kasım 2020’de yürürlüğe girmesiyle ABD anlaşmadan resmi olarak çekilen ilk ve şimdiye kadar tek ülke oldu.
Anlaşmanın iklim değişikliğiyle mücadele etmekten ziyade bazı ülkelere ekonomik avantaj sağladığını savunan Trump, bu durumun ABD ekonomisinde 3 trilyon dolar ve 6,5 milyon istihdam kaybına yol açacağını iddia etti.
Bu adım, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda kararlı olan Avrupalı müttefiklerle ilişkileri gerdi. Paris Anlaşması’nın güçlü bir destekçisi olan AB, Trump yönetimine değin iklim girişimleri konusunda ABD ile işbirliğini geliştirme gayreti içindeydi.
Kararı “uluslararası iklim diplomasisi için büyük bir gerileme” olarak gören AB, “iklim kriziyle mücadelede küresel liderlik” rolünü tek başına üstlenmeyi hedefleyerek yeşil enerji geçişlerine ve daha sıkı emisyon hedeflerine bağlılıklarını dillendirmeye devam etti.
ABD’nin anlaşmadan çekilmesi ikili işbirliği çabalarının kayda değer oranda azalmasına veya sınırlanmasına yol açmasının ardından AB, yeni ortak arayışına girdi. Bu doğrultuda özellikle iklim değişikliğinden en çok etkilenenler olmak üzere diğer ülkelerle ittifak arayışına giren Birlik, gelişmekte olan ülkelerle işbirliğini güçlendirdi.
Trump yönetimi boyunca ayrıca hava ve su kalitesini, yaban hayatının korunmasını, sera gazı emisyonlarını minimuma indirme ve iklim değişikliğini hafifletme çabalarını önemli ölçüde etkileyen 100’den fazla çevre düzenlemesi geri alındı. Bu değişiklikler yönetim tarafından ekonomik büyüme ve enerji bağımsızlığı için gerekli olarak gerekçelendirildi ve önceki düzenlemelerin işletmeler üzerinde gereksiz yükler oluşturduğu savunuldu.
AB, 2040 yılına kadar fosil yakıt kullanımını 1990 seviyelerine göre yüzde 80 oranında azaltmayı ve 2030’a kadar net sera gazı emisyonlarını yüzde 55 azaltmayı ve 2050’de net sıfır emisyona ulaşmayı hedeflerken Trump ise “Amerika Öncelikli Enerji Planı” ile yenilenebilir enerji girişimlerini bir kenara bırakıp fosil yakıt üretimini artırarak “enerji hakimiyeti” sağlamayı amaçladı.
ABD’nin iklim kriziyle mücadelede attığı geri adımlarına karşılık olarak AB de kendi iklim politikalarını güçlendirmeye çalıştı. AB Komisyonu, karbon nötr hedeflerinin de yer aldığı Yeşil Anlaşmanın (Green Deal) uygulanmasını hızlandırdı.
Biden döneminde artan işbirliği
Seçim kampanyası vaatleri arasında İklim Anlaşmasına dönüş vaadi bulunan Biden, göreve geldiği 2021’den itibaren iklim politikalarında Trump’ın aksi yönünde bir çizgide ilerledi.
Trump’ın çekildiği anlaşmaya 107 gün sonra tekrar dönme kararının ardından AB ile işbirliği olanakları ve çabaları yeniden canlandı.
Bu süreçte iklim dostu teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan ABD-AB Ticaret ve Teknoloji Konseyi (TTC) ve metan emisyonlarını azaltmaya yönelik Küresel Metan Taahhüdü girişimleri oluşturuldu.
Biden yönetimi ayrıca yeşil enerji yatırımlarını destekleyen Enflasyon Azaltma Yasasıyla (IRA) birlikte AB’nin Yeşil Anlaşması ve karbon nötrlüğüne ulaşmaya yönelik hedefleriyle uyumlu ülke politikaları geliştirmeye başladı.
AB ve ABD arasındaki yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, kömürün aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması ve elektrikli araçların teşvik edilmesi konularında işbirliği gelişirken, Biden da iklim eylemi için önemli kaynaklar taahhüt etti.
Yaklaşan başkanlık seçimleri, bu transatlantik işbirliğinin devam edip etmeyeceği veya rotasını tamamen değiştirip değiştirmeyeceği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Olası senaryolar
Her ne kadar iki aday da henüz ABD’nin iklim ve enerji politikasına ilişkin planlarını ayrıntılı olarak sunmasa da seçimlerin sonucu küresel iklim mücadelesi çabalarına yönelik 2 zıt senaryo ihtimalini gündeme getiriyor.
İddialı iklim politikalarına sahip olan AB’nin Trump yönetiminde daha zorlu bir diplomatik ortamla karşı karşıya kalması ve iklim liderliğinde “tek tabanca” rol üstlenmeye çalışması muhtemel. Zira, Trump’ın Biden yönetiminde kabul edilen iklim kriziyle küresel mücadele çabalarıyla uyumlu düzenlemeleri geri alması ve İklim Anlaşması’ndan bir kez daha geri çekilmeyi gündeme alması bekleniyor.
Başkanlık görevini üstlendiği süre zarfında iklim krizine ilişkin takındığı tutumu devam ettirmesi beklenen Trump’ın son 4 yılda AB ile yapılan işbirlikleri ve ilerlemeleri baltalayabileceği öngörülüyor.
Buna cevaben AB’nin gelişmekte olan ülkeler ile Çin ve Hindistan gibi küresel güçlerle işbirliğini derinleştirme çabasına gireceği ve “liderlik” rolünü sürdürebilmek için, uluslararası taahhütleriyle uyumlu Birlik politikaları oluşturmaya öncelik vereceği tahmin ediliyor.
Öte yandan, mevcut Başkan Yardımcısı Harris’in başkan olduğu bir senaryoda Biden’ın iklim gündemini sürdürmesi ve muhtemelen genişletmesi, emisyon azaltma taahhütlerini uygulaması ve AB ile uluslararası işbirliğini güçlendirmesi bekleniyor.
Harris liderliğinde AB’nin sürdürülebilir kalkınma ve inovasyon hedefleriyle uyumlu temiz enerji teknolojileri ve altyapısına yönelik yatırımlarda hızlanma yaşanabilir. Birlik transatlantik müttefikinin yardımıyla iklim eylemini Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29) gibi uluslararası zirvelerin gündeminde üst sıralarda tutmayı başarabilir.
Dünya iklim değişikliğinden kaynaklanan zorluklarla giderek daha fazla yüzleşirken, ABD başkanlık seçimlerinin sonucu küresel iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik girişimlerin kaderi için dönüm noktası niteliğinde olacak.
İklim değişikliği politikalarında “küresel lider” olmayı hedefleyen AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in bir önceki 5 yıllık döneminde Washington ile kurduğu ilişkiler, iklim krizi konusuna şüpheci yaklaşan Trump’ın iktidara gelmesiyle sekteye uğramıştı.
Biden’ın yönetimi devralmasının ardından bu konuda ülkenin öncelikleri de değişmiş ve AB ile sera gazı emisyonlarının azaltılması ve uluslararası işbirliğinin teşvik edilmesi dahil olmak üzere önemli işbirliklerine imza atılmıştı.
Uzmanlar, Trump’ın seçimlerden galip gelmesiyle birlikte Biden döneminde iklim kriziyle mücadelede AB ile yapılan işbirliklerinde kaydedilen ilerlemenin tersine dönebileceğini, Kamala Harris’in kazanması halinde ise ülkenin iklim politikalarında devamlılığın sağlanacağı ve Brüksel-Washington ilişkilerinin olumlu seyirde ilerleyeceğine inanıyor.
Trump’ın ilk döneminde değişen dengeler
Trump başkanlık yaptığı 2017-2021 yıllarında çevre düzenlemelerini geri almak ve uluslararası iklim anlaşmalarından çekilmek gibi bir dizi tartışmalı kararın yanı sıra ülkenin iklim kriziyle mücadele politikalarında kritik değişimlere imza attı.
Eski ABD Başkanı’nın aldığı en önemli kararlardan biri 1 Haziran 2017’de ülkesini Paris İklim Anlaşması’ndan çekeceğini açıklaması oldu.
Paris’te, Aralık 2015’te düzenlenen 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP21) onaylanan İklim Anlaşması, iklim değişikliği ile mücadelede küresel bir çerçeve sunuyor.
Nisan 2016’da 190’dan fazla ülke tarafından imzalanan anlaşma, küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi seviyelere göre 2 santigrat derecenin altında tutulmasını ve sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedefliyor.
Trump’ın ilk kez 2017’de duyurduğu anlaşmadan çekilme kararının 4 Kasım 2020’de yürürlüğe girmesiyle ABD anlaşmadan resmi olarak çekilen ilk ve şimdiye kadar tek ülke oldu.
Anlaşmanın iklim değişikliğiyle mücadele etmekten ziyade bazı ülkelere ekonomik avantaj sağladığını savunan Trump, bu durumun ABD ekonomisinde 3 trilyon dolar ve 6,5 milyon istihdam kaybına yol açacağını iddia etti.
Bu adım, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda kararlı olan Avrupalı müttefiklerle ilişkileri gerdi. Paris Anlaşması’nın güçlü bir destekçisi olan AB, Trump yönetimine değin iklim girişimleri konusunda ABD ile işbirliğini geliştirme gayreti içindeydi.
Kararı “uluslararası iklim diplomasisi için büyük bir gerileme” olarak gören AB, “iklim kriziyle mücadelede küresel liderlik” rolünü tek başına üstlenmeyi hedefleyerek yeşil enerji geçişlerine ve daha sıkı emisyon hedeflerine bağlılıklarını dillendirmeye devam etti.
ABD’nin anlaşmadan çekilmesi ikili işbirliği çabalarının kayda değer oranda azalmasına veya sınırlanmasına yol açmasının ardından AB, yeni ortak arayışına girdi. Bu doğrultuda özellikle iklim değişikliğinden en çok etkilenenler olmak üzere diğer ülkelerle ittifak arayışına giren Birlik, gelişmekte olan ülkelerle işbirliğini güçlendirdi.
Trump yönetimi boyunca ayrıca hava ve su kalitesini, yaban hayatının korunmasını, sera gazı emisyonlarını minimuma indirme ve iklim değişikliğini hafifletme çabalarını önemli ölçüde etkileyen 100’den fazla çevre düzenlemesi geri alındı. Bu değişiklikler yönetim tarafından ekonomik büyüme ve enerji bağımsızlığı için gerekli olarak gerekçelendirildi ve önceki düzenlemelerin işletmeler üzerinde gereksiz yükler oluşturduğu savunuldu.
AB, 2040 yılına kadar fosil yakıt kullanımını 1990 seviyelerine göre yüzde 80 oranında azaltmayı ve 2030’a kadar net sera gazı emisyonlarını yüzde 55 azaltmayı ve 2050’de net sıfır emisyona ulaşmayı hedeflerken Trump ise “Amerika Öncelikli Enerji Planı” ile yenilenebilir enerji girişimlerini bir kenara bırakıp fosil yakıt üretimini artırarak “enerji hakimiyeti” sağlamayı amaçladı.
ABD’nin iklim kriziyle mücadelede attığı geri adımlarına karşılık olarak AB de kendi iklim politikalarını güçlendirmeye çalıştı. AB Komisyonu, karbon nötr hedeflerinin de yer aldığı Yeşil Anlaşmanın (Green Deal) uygulanmasını hızlandırdı.
Biden döneminde artan işbirliği
Seçim kampanyası vaatleri arasında İklim Anlaşmasına dönüş vaadi bulunan Biden, göreve geldiği 2021’den itibaren iklim politikalarında Trump’ın aksi yönünde bir çizgide ilerledi.
Trump’ın çekildiği anlaşmaya 107 gün sonra tekrar dönme kararının ardından AB ile işbirliği olanakları ve çabaları yeniden canlandı.
Bu süreçte iklim dostu teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan ABD-AB Ticaret ve Teknoloji Konseyi (TTC) ve metan emisyonlarını azaltmaya yönelik Küresel Metan Taahhüdü girişimleri oluşturuldu.
Biden yönetimi ayrıca yeşil enerji yatırımlarını destekleyen Enflasyon Azaltma Yasasıyla (IRA) birlikte AB’nin Yeşil Anlaşması ve karbon nötrlüğüne ulaşmaya yönelik hedefleriyle uyumlu ülke politikaları geliştirmeye başladı.
AB ve ABD arasındaki yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, kömürün aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması ve elektrikli araçların teşvik edilmesi konularında işbirliği gelişirken, Biden da iklim eylemi için önemli kaynaklar taahhüt etti.
Yaklaşan başkanlık seçimleri, bu transatlantik işbirliğinin devam edip etmeyeceği veya rotasını tamamen değiştirip değiştirmeyeceği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Olası senaryolar
Her ne kadar iki aday da henüz ABD’nin iklim ve enerji politikasına ilişkin planlarını ayrıntılı olarak sunmasa da seçimlerin sonucu küresel iklim mücadelesi çabalarına yönelik 2 zıt senaryo ihtimalini gündeme getiriyor.
İddialı iklim politikalarına sahip olan AB’nin Trump yönetiminde daha zorlu bir diplomatik ortamla karşı karşıya kalması ve iklim liderliğinde “tek tabanca” rol üstlenmeye çalışması muhtemel. Zira, Trump’ın Biden yönetiminde kabul edilen iklim kriziyle küresel mücadele çabalarıyla uyumlu düzenlemeleri geri alması ve İklim Anlaşması’ndan bir kez daha geri çekilmeyi gündeme alması bekleniyor.
Başkanlık görevini üstlendiği süre zarfında iklim krizine ilişkin takındığı tutumu devam ettirmesi beklenen Trump’ın son 4 yılda AB ile yapılan işbirlikleri ve ilerlemeleri baltalayabileceği öngörülüyor.
Buna cevaben AB’nin gelişmekte olan ülkeler ile Çin ve Hindistan gibi küresel güçlerle işbirliğini derinleştirme çabasına gireceği ve “liderlik” rolünü sürdürebilmek için, uluslararası taahhütleriyle uyumlu Birlik politikaları oluşturmaya öncelik vereceği tahmin ediliyor.
Öte yandan, mevcut Başkan Yardımcısı Harris’in başkan olduğu bir senaryoda Biden’ın iklim gündemini sürdürmesi ve muhtemelen genişletmesi, emisyon azaltma taahhütlerini uygulaması ve AB ile uluslararası işbirliğini güçlendirmesi bekleniyor.
Harris liderliğinde AB’nin sürdürülebilir kalkınma ve inovasyon hedefleriyle uyumlu temiz enerji teknolojileri ve altyapısına yönelik yatırımlarda hızlanma yaşanabilir. Birlik transatlantik müttefikinin yardımıyla iklim eylemini Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29) gibi uluslararası zirvelerin gündeminde üst sıralarda tutmayı başarabilir.