Aylarca süren borbardıman, açlık ve susuzluk, 47 binden fazla masum sivilin acımazsıca katledilmesi 2 milyondan fazla Gazzelinin acılarını bitirmedi.
7 Ekim’den sonra katil İsrail’in sistematik bir şekilde güneye sürdüğü Gazzelilerin Sina Yarımadası’na nakledilmesi planı başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas ile İsrail arasında varılan ateşkesin hemen ardından yüzbinlerce Gazzeli, zorla sürgün edildikleri, büyük bir enkaza dönen topraklarına döndü.
Bu durum İsrail’de ve destekçilerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ancak ABD Başkanı Trump’ın “Mısır ve Ürdün Gazzelileri almalı” söylemiyle ortaya çıkan plan, İsrail’e amaçlarına uygun bir ortam sundu.
Bölge ülkelerinin karşı çıktığı, Gazzelilerin evlerini terk etmeyerek cevap verdiği bu plan uygulanabilir mi? Bilinmiyor. Bilinen tek bir şey var. Zorunlu sürgün daha büyük acıları beraberinde getiriyor.
Şimdi gelin, zorunlu tehcirin yaşandığı coğrafyalara yakından bakalım…
Zorla yerinden etme, savaşlar ve bir tarafın uyguladığı baskıcı politikalar sonucu kendi kontrolleri dışında gelişen durum ve olaylar sonucu, bireylerin, grupların hatta halkların kendi kişisel iradeleri dışında zorla veya ağır baskı altında bulundukları ata topraklarından uzaklaştırılmalarını ifade ediyor.
Girit sürgünü
Akdeniz’deki büyük adalardan biri olan Girit, bir adadır tarih boyunca birçok farklı medeniyete tanıklık etti. Birçok politik ve demografik değişime şahit oldu. 19’uncu ve 20’inci yüzyılın başlarında Müslümanların ata topraklarından zorla sürgün edilmesi, adanın yaşadığı en büyük değişimlerden biri kabul ediliyor.
Girit 1669 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolündeydi. Ancak 19’uncu yüzyılda Yunanistan’da, Girit’in 1830 yılında kurulan bugünkü Yunan devletine ilhakını talep eden bazı hareketler ortaya çıkmaya başladı.
Ada, özellikle 1821-1897 yılları arasında Yunanlı grupların çok sayıda Giritli Müslümanı öldürmesi sonucu pek çok karışıklığa sahne oldu. Bu katliamlar, adadaki Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında düşmanlığın tırmanmasına yol açtı. Bu baskılar yıllarca sürek bir zorunlu göç dalgasını da başlatmış oldu.
1898’de ise Britanya, Fransa, İtalya ve Rusya gibi Avrupa ülkelerinin gözetiminde adaya özyönetim dayatıldı ve bu da Müslümanların daha fazla hedef alınmasına yol açtı.
1912-1913 yılları arasındaki Balkan Savaşları’ndan sonra Girit resmen Yunanistan’a ilhak edildi.
Bu süreçte Girit’de Yunanistan destekli baskılar sonucunda demografik yapı tamamen değişti.
Müslümanlar 19’uncu yüzyılda nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini oluştururken, bu varlık neredeyse tamamen kayboldu. Camiler kiliseye çevrildi ya da yıkıldı. Birçok İslam simgesi ortadan kaldırıldı.
Ahıska sürgünü
“Kardeş kardeşten ayrıldı, hepsini başka köylere yolladılar. Aç da kaldılar, susuz da..”
Gürcistan’ın Türkiye sınırında yer alan Ahıska, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan antlaşmayla Rusya’ya bırakıldı. Bölge, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan Gürcistan’a bağlandı. Bu dönem, SSCB içindeki tüm Türk ve Müslüman topluluklar gibi Ahıska Türkleri için de acıların başlangıcı oldu.
Dönemin SSCB Lideri Stalin, İkinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusunda savaşmalarına rağmen Ahıska Türkleri için sürgün kararını imzaladı.
Stalin’in emriyle bir gece ansızın gelen haber üzerine doğup büyüdükleri vatanlarından zorla terk ettirilen Ahıska Türkleri, “ölüm katarı” olarak adlandırılan hayvan vagonlarına istiflenerek bilinmez bir yolculuğa çıktı.
Yine Sovyetlerin iç bölgelerine gönderilen 90 bin ile 117 bin civarında Ahıska Türkü’nün birçoğu yolda hastalıktan, açlıktan yaşamını yitirdi. Ayrı ayrı bölgelere dağıtılan Ahıska Türkleri yıllarca birbirinden haber alamadan yaşadı.
Filistin sürgünü: Nekbe
Filistin halkı, 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasından bu yana çeşitli şekillerde, sürekli zorla yerinden etme operasyonlarına maruz kaldı. Yüzlerce Filistin köyü yıkıldı, 750 binden fazla Filistinli evlerini terk ederek mülteci konumuna düştü.
1920-1948 yılları arasındaki İngiliz Mandası döneminde İngiltere, 1917’de yayımlanan Balfour Deklarasyonu uyarınca siyonist projeyi destekledi ve Yahudilerin Filistin’e göçünü kolaylaştırdı. Bu da Filistin halkına karşı etnik temizlik operasyonlarının tırmanmasına yol açtı. Yahudi terör örgütleri yaptıkları katliamlarla baskıyı sürekli artırdı.
Birleşmiş Milletler, Filistin topraklarının yüzde 55’i üzerinde kurulacak bir “Yahudi devleti” ile yüzde 45’i üzerinde kurulacak bir Arap devleti planı ile Filistin’in bölünmesini öngören 181 sayılı kararı yayınladı.
14 Mayıs 1948’de “İsrail” devletinin kuruluşunun ilan edilmesinden sonra Arap orduları ile İsrail güçleri arasında savaş çıktı. Haganah, Irgun ve Stern gibi Yahudi terör örgütleri Filistinlilere karşı Deir Yasin katliamı gibi katliamlar gerçekleştirerek halkı zorla göçe zorladı.
Bu katliamlar sırasında 500’den fazla Filistin köyü yıkıldı ve buralarda yayanlar zorla yerinden edildi.
Sürgündeki Filistinlilerin sayısı, Birleşmiş Milletler Filistin Mültecileri Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) kayıtlı 750.000’den yaklaşık 6 milyon mülteciye yükseldi.
Amerika’da yerli halkın sürgünü
On beşinci yüzyılın başlarından itibaren İspanya, Portekiz, İngiltere ve Fransa’dan binlerce kişi, Amerika kıtasına gelmeye başladı. Bu durum yerli halkın binlerce yıldır yaşadığı topraklarının işgaline yol açtı.
Bu dönemde, kıtaya Avrupa’dan gelen edilen çiçek ve grip gibi hastalıkların yayılması, yerli nüfusun hızla azalmasına neden oldu. Ancak bu durum sömürgeci güçlerin lehineydi.
Sömürgeci güçler, yerli halkın köleleştirilmesine ve doğal kaynaklarının yağmalanmasına yol açan yeni bir ekonomik ve sosyal sistem dayattı. Birçok yerli topraklarından koparılarak sürgün edildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, yerli halkı topraklarından çıkarmak için açık hükümet politikaları benimsendi. Bunların en önemlisi, 1820’lerde binlerce Kızılderilinin geleneksel topraklarından uzak bölgelere sürüldüğü “Gözyaşı Yolu”ydu.
Gözyaşı Yolu, Kızılderili halkların Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusundaki anavatanlarından, 1830’da Kızılderili Tahliye Yasası’nın kabul edilmesinin ardından hükümet yetkilileri tarafından Kızılderili Toprakları olarak kabul edilen Mississippi Nehri’nin batısındaki bölgelere zorla yerleştirilmeleri sürecini kapsıyor.
Bu zorla yerinden edilmiş insanlar, kendileri için ayrılmış yeni rezerv bölgelerine giderken hastalık ve açlıkla da mücadele etmek zorunda kaldı ve birçoğu hedeflerine ulaşmadan önce öldü.
Çeçen-İnguş sürgünü
İkinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçen Almanlar, düşmanının gıda ve enerji ikmalini engelleyerek savaşı kendileri için kolaylaştırmayı planlıyordu.
Bunun için Almanların ilk hedeflerinden biri Kafkaslardaki enerji yatakları oldu. Kafkasya’daki petrol üretim bölgelerine sahip olmayı amaçlayan Almanlar, Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’dan sonraki en zengin petrol rezervlerine sahip Çeçenistan’ın Grozni petrol bölgesini ele geçirmek için harekete geçti.
Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerini işgal etmelerine rağmen başkent Grozni’ye girmeyen Nazi birlikleri, Stalingrad yenilgisinden sonra Kuzey Kafkasya’dan güçlerini çekmeye başladı.
Bu süreçten sonra SSCB’nin yerel halka tutumu değişti. Sovyet lider Stalin, Almanların Sovyet topraklarındaki ilerleyişinden başta Çeçen ve İnguşlar olmak üzere bölgedeki Kalmıklar, Balkarlar, Karaçaylar, Mesket Türkleri, Kırım Tatarları ve Volga Almanlarını sorumlu tuttu. Stalin yönetimi tüm Çeçen ve İnguşların sürgün edilmesi kararı aldı.
“Çeçen ve İnguşların, Almanların talimatı üzerine Sovyet yönetimine ve güçlerine karşı savaştığını, komşu bölgelerdeki kolektif çiftliklere karşı haydutça saldırılar düzenlediğini” ileri süren Stalin yönetimi, 23 Şubat 1944’te sürgün kararını uygulamaya başladı.
Stalin’in verdiği emir gereğince yaklaşık 500 bin Çeçen-İnguş, yük trenlerine bindirilerek başta Sibirya ve Kazakistan olmak üzere Orta Asya’ya sürüldü. Yalnızca 2 bin kişi dağlara kaçabildi.
Her aileye 20 kilogram bagaj alma izni verildi. Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti (RSFSC) halkın geride bıraktığı evlere, topraklara ve büyükbaş hayvanlara el koydu.
Birkaç gün su ve yiyecek verilmeden hayvan vagonlarında yapılan yolculuk sırasında insanların yaklaşık yüzde 20’si hayatını kaybetti.
Arakan sürgünü
Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar’ın kendilerine vatandaşlık vermemesi ve sıklıkla iç mülteci olarak adlandırılmaları nedeniyle Rohingya Müslümanları sistematik ayrımcılığa uğruyor ve zorla yerinden ediliyor.
Rohingya toplumu, onlarca yıldır ulusal birliği tehdit eden unsurlar olarak gösterilen Budist kökenli aşırılıkçı gruplar ve askeri güçler tarafından sistematik katliamlara maruz kalıyor. Bu katliam ve baskılar, özellikle 2017 yılında tırmanarak binlerce insanın evlerini terk etmesine neden oldu.
Hükümet politikaları ve toplumsal ayrımcılık, Rohingyaların yaşadığı bölgelerdeki ekonomik krizleri daha da derinleştiriyor ve birçok kişiyi Myanmar dışında daha iyi bir yaşam aramaya yöneltiyor.
2017’den bu yana binlerce Rohingyalı, güvenlik arayışıyla Myanmar’ı terk etmek zorunda kaldı ve komşu ülkelerde, özellikle Bangladeş’te, büyük kamplarda yaşam mücadelesi veriyor.
Aylarca süren borbardıman, açlık ve susuzluk, 47 binden fazla masum sivilin acımazsıca katledilmesi 2 milyondan fazla Gazzelinin acılarını bitirmedi.
7 Ekim’den sonra katil İsrail’in sistematik bir şekilde güneye sürdüğü Gazzelilerin Sina Yarımadası’na nakledilmesi planı başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas ile İsrail arasında varılan ateşkesin hemen ardından yüzbinlerce Gazzeli, zorla sürgün edildikleri, büyük bir enkaza dönen topraklarına döndü.
Bu durum İsrail’de ve destekçilerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ancak ABD Başkanı Trump’ın “Mısır ve Ürdün Gazzelileri almalı” söylemiyle ortaya çıkan plan, İsrail’e amaçlarına uygun bir ortam sundu.
Bölge ülkelerinin karşı çıktığı, Gazzelilerin evlerini terk etmeyerek cevap verdiği bu plan uygulanabilir mi? Bilinmiyor. Bilinen tek bir şey var. Zorunlu sürgün daha büyük acıları beraberinde getiriyor.
Şimdi gelin, zorunlu tehcirin yaşandığı coğrafyalara yakından bakalım…
Zorla yerinden etme, savaşlar ve bir tarafın uyguladığı baskıcı politikalar sonucu kendi kontrolleri dışında gelişen durum ve olaylar sonucu, bireylerin, grupların hatta halkların kendi kişisel iradeleri dışında zorla veya ağır baskı altında bulundukları ata topraklarından uzaklaştırılmalarını ifade ediyor.
Girit sürgünü
Akdeniz’deki büyük adalardan biri olan Girit, bir adadır tarih boyunca birçok farklı medeniyete tanıklık etti. Birçok politik ve demografik değişime şahit oldu. 19’uncu ve 20’inci yüzyılın başlarında Müslümanların ata topraklarından zorla sürgün edilmesi, adanın yaşadığı en büyük değişimlerden biri kabul ediliyor.
Girit 1669 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolündeydi. Ancak 19’uncu yüzyılda Yunanistan’da, Girit’in 1830 yılında kurulan bugünkü Yunan devletine ilhakını talep eden bazı hareketler ortaya çıkmaya başladı.
Ada, özellikle 1821-1897 yılları arasında Yunanlı grupların çok sayıda Giritli Müslümanı öldürmesi sonucu pek çok karışıklığa sahne oldu. Bu katliamlar, adadaki Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında düşmanlığın tırmanmasına yol açtı. Bu baskılar yıllarca sürek bir zorunlu göç dalgasını da başlatmış oldu.
1898’de ise Britanya, Fransa, İtalya ve Rusya gibi Avrupa ülkelerinin gözetiminde adaya özyönetim dayatıldı ve bu da Müslümanların daha fazla hedef alınmasına yol açtı.
1912-1913 yılları arasındaki Balkan Savaşları’ndan sonra Girit resmen Yunanistan’a ilhak edildi.
Bu süreçte Girit’de Yunanistan destekli baskılar sonucunda demografik yapı tamamen değişti.
Müslümanlar 19’uncu yüzyılda nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini oluştururken, bu varlık neredeyse tamamen kayboldu. Camiler kiliseye çevrildi ya da yıkıldı. Birçok İslam simgesi ortadan kaldırıldı.
Ahıska sürgünü
“Kardeş kardeşten ayrıldı, hepsini başka köylere yolladılar. Aç da kaldılar, susuz da..”
Gürcistan’ın Türkiye sınırında yer alan Ahıska, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan antlaşmayla Rusya’ya bırakıldı. Bölge, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan Gürcistan’a bağlandı. Bu dönem, SSCB içindeki tüm Türk ve Müslüman topluluklar gibi Ahıska Türkleri için de acıların başlangıcı oldu.
Dönemin SSCB Lideri Stalin, İkinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusunda savaşmalarına rağmen Ahıska Türkleri için sürgün kararını imzaladı.
Stalin’in emriyle bir gece ansızın gelen haber üzerine doğup büyüdükleri vatanlarından zorla terk ettirilen Ahıska Türkleri, “ölüm katarı” olarak adlandırılan hayvan vagonlarına istiflenerek bilinmez bir yolculuğa çıktı.
Yine Sovyetlerin iç bölgelerine gönderilen 90 bin ile 117 bin civarında Ahıska Türkü’nün birçoğu yolda hastalıktan, açlıktan yaşamını yitirdi. Ayrı ayrı bölgelere dağıtılan Ahıska Türkleri yıllarca birbirinden haber alamadan yaşadı.
Filistin sürgünü: Nekbe
Filistin halkı, 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasından bu yana çeşitli şekillerde, sürekli zorla yerinden etme operasyonlarına maruz kaldı. Yüzlerce Filistin köyü yıkıldı, 750 binden fazla Filistinli evlerini terk ederek mülteci konumuna düştü.
1920-1948 yılları arasındaki İngiliz Mandası döneminde İngiltere, 1917’de yayımlanan Balfour Deklarasyonu uyarınca siyonist projeyi destekledi ve Yahudilerin Filistin’e göçünü kolaylaştırdı. Bu da Filistin halkına karşı etnik temizlik operasyonlarının tırmanmasına yol açtı. Yahudi terör örgütleri yaptıkları katliamlarla baskıyı sürekli artırdı.
Birleşmiş Milletler, Filistin topraklarının yüzde 55’i üzerinde kurulacak bir “Yahudi devleti” ile yüzde 45’i üzerinde kurulacak bir Arap devleti planı ile Filistin’in bölünmesini öngören 181 sayılı kararı yayınladı.
14 Mayıs 1948’de “İsrail” devletinin kuruluşunun ilan edilmesinden sonra Arap orduları ile İsrail güçleri arasında savaş çıktı. Haganah, Irgun ve Stern gibi Yahudi terör örgütleri Filistinlilere karşı Deir Yasin katliamı gibi katliamlar gerçekleştirerek halkı zorla göçe zorladı.
Bu katliamlar sırasında 500’den fazla Filistin köyü yıkıldı ve buralarda yayanlar zorla yerinden edildi.
Sürgündeki Filistinlilerin sayısı, Birleşmiş Milletler Filistin Mültecileri Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) kayıtlı 750.000’den yaklaşık 6 milyon mülteciye yükseldi.
Amerika’da yerli halkın sürgünü
On beşinci yüzyılın başlarından itibaren İspanya, Portekiz, İngiltere ve Fransa’dan binlerce kişi, Amerika kıtasına gelmeye başladı. Bu durum yerli halkın binlerce yıldır yaşadığı topraklarının işgaline yol açtı.
Bu dönemde, kıtaya Avrupa’dan gelen edilen çiçek ve grip gibi hastalıkların yayılması, yerli nüfusun hızla azalmasına neden oldu. Ancak bu durum sömürgeci güçlerin lehineydi.
Sömürgeci güçler, yerli halkın köleleştirilmesine ve doğal kaynaklarının yağmalanmasına yol açan yeni bir ekonomik ve sosyal sistem dayattı. Birçok yerli topraklarından koparılarak sürgün edildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, yerli halkı topraklarından çıkarmak için açık hükümet politikaları benimsendi. Bunların en önemlisi, 1820’lerde binlerce Kızılderilinin geleneksel topraklarından uzak bölgelere sürüldüğü “Gözyaşı Yolu”ydu.
Gözyaşı Yolu, Kızılderili halkların Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusundaki anavatanlarından, 1830’da Kızılderili Tahliye Yasası’nın kabul edilmesinin ardından hükümet yetkilileri tarafından Kızılderili Toprakları olarak kabul edilen Mississippi Nehri’nin batısındaki bölgelere zorla yerleştirilmeleri sürecini kapsıyor.
Bu zorla yerinden edilmiş insanlar, kendileri için ayrılmış yeni rezerv bölgelerine giderken hastalık ve açlıkla da mücadele etmek zorunda kaldı ve birçoğu hedeflerine ulaşmadan önce öldü.
Çeçen-İnguş sürgünü
İkinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçen Almanlar, düşmanının gıda ve enerji ikmalini engelleyerek savaşı kendileri için kolaylaştırmayı planlıyordu.
Bunun için Almanların ilk hedeflerinden biri Kafkaslardaki enerji yatakları oldu. Kafkasya’daki petrol üretim bölgelerine sahip olmayı amaçlayan Almanlar, Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’dan sonraki en zengin petrol rezervlerine sahip Çeçenistan’ın Grozni petrol bölgesini ele geçirmek için harekete geçti.
Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerini işgal etmelerine rağmen başkent Grozni’ye girmeyen Nazi birlikleri, Stalingrad yenilgisinden sonra Kuzey Kafkasya’dan güçlerini çekmeye başladı.
Bu süreçten sonra SSCB’nin yerel halka tutumu değişti. Sovyet lider Stalin, Almanların Sovyet topraklarındaki ilerleyişinden başta Çeçen ve İnguşlar olmak üzere bölgedeki Kalmıklar, Balkarlar, Karaçaylar, Mesket Türkleri, Kırım Tatarları ve Volga Almanlarını sorumlu tuttu. Stalin yönetimi tüm Çeçen ve İnguşların sürgün edilmesi kararı aldı.
“Çeçen ve İnguşların, Almanların talimatı üzerine Sovyet yönetimine ve güçlerine karşı savaştığını, komşu bölgelerdeki kolektif çiftliklere karşı haydutça saldırılar düzenlediğini” ileri süren Stalin yönetimi, 23 Şubat 1944’te sürgün kararını uygulamaya başladı.
Stalin’in verdiği emir gereğince yaklaşık 500 bin Çeçen-İnguş, yük trenlerine bindirilerek başta Sibirya ve Kazakistan olmak üzere Orta Asya’ya sürüldü. Yalnızca 2 bin kişi dağlara kaçabildi.
Her aileye 20 kilogram bagaj alma izni verildi. Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti (RSFSC) halkın geride bıraktığı evlere, topraklara ve büyükbaş hayvanlara el koydu.
Birkaç gün su ve yiyecek verilmeden hayvan vagonlarında yapılan yolculuk sırasında insanların yaklaşık yüzde 20’si hayatını kaybetti.
Arakan sürgünü
Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar’ın kendilerine vatandaşlık vermemesi ve sıklıkla iç mülteci olarak adlandırılmaları nedeniyle Rohingya Müslümanları sistematik ayrımcılığa uğruyor ve zorla yerinden ediliyor.
Rohingya toplumu, onlarca yıldır ulusal birliği tehdit eden unsurlar olarak gösterilen Budist kökenli aşırılıkçı gruplar ve askeri güçler tarafından sistematik katliamlara maruz kalıyor. Bu katliam ve baskılar, özellikle 2017 yılında tırmanarak binlerce insanın evlerini terk etmesine neden oldu.
Hükümet politikaları ve toplumsal ayrımcılık, Rohingyaların yaşadığı bölgelerdeki ekonomik krizleri daha da derinleştiriyor ve birçok kişiyi Myanmar dışında daha iyi bir yaşam aramaya yöneltiyor.
2017’den bu yana binlerce Rohingyalı, güvenlik arayışıyla Myanmar’ı terk etmek zorunda kaldı ve komşu ülkelerde, özellikle Bangladeş’te, büyük kamplarda yaşam mücadelesi veriyor.